24 Aralık 2010 Cuma
IT makes fun
basho.com sitesinde verilen iş ilanı:
" You must be: a good developer driven by pride in a job well done and possessed of an abundantly-positive attitude. Everything else can be accomplished in a few weeks with your nose in a few books like Programming Erlang: Software for a Concurrent World, some coffee, and a few Skypes with the team. If you are smarter than everyone else, the absolute smartest person you know -- as in you win every argument because you are so smart and no problem cannot be solved by a quick application of your smarts -- please do not apply. We are human and will disappoint you. We just work hard and try to make our clients and community happy."
Edit: CV okumaktan aciz, okumaya tenezzül bile etmeyen " profesyonel" işverenlere duyurulur: Biz insanız, sizi hayal kırıklığına uğratabiliriz, haha çok sevdim biz insanız kısmını :)...
BoşNot: basho.com, Ericsson'un geliştirdiği Erlang programlama dili ile geliştirilmiş hizmetler veren ve çok hızlı büyümekte olan bir IT şirketidir.
17 Aralık 2010 Cuma
IT surrounds us...
After having a tough week with working on project for at least 10 hours per day, mashallah I deserve to drink and the best thing is we gonna have a cristmas party on saturday at school and pre-party gonna start at 3 pm. Happy chistmas and new year, enjoy...
Play list:
1.Rashit - Ölmek için çok genç
2.Rashit - Zor günler
3.Rashit - Orospu
4.Athena - Rocket Adam
5.Athena - Serseri Mayın
Cheers...
11 Aralık 2010 Cumartesi
5 Aralık 2010 Pazar
29 Kasım 2010 Pazartesi
Sosyal Medya
"Dün kardeşimle konuşuyoruz. Konuşma döndü dolaştı feysbuka geldi. "Ya bu feysbuk neden bu kadar tuttu" dedim. Şöyle bir yorum yaptı:
"İnsanlar feysbukta kendilerini ünlü gibi hissediyorlar. Resimlerini, videolarını her şeylerini sergiliyorlar. Onları okuyan, beğenen, yorum yapan insanlar var. Herkes ünlü gibi oldu" dedi.
Gerçekten son zamanlarda herhangi bir şeyle ilgili duyduğum en temiz, en güzel yorumdu bu. Evet bu laf üzerine biraz düşündüm:
Twitter'da birileri sizi takip ediyor. Yazdıklarınızı okuyorlar. Sizi okuyan var. Yazdıklarınızı önemseyen, onlarla ilgilenenler var.
Formspring'de size soru soruyorlar. Siz de bir ünlü gibi cevap veriyorsunuz. Belki soranın bile umrunda değil verdiğiniz cevap. O da bu furyada eğlencesine bakıyor.
Gerçekten şu an Türkiye'de popüler olan 3 sosyal paylaşım sitesine bakıyorum da hep, kardeşimin dediği gibi "insanları ünlü biri, önemli biri gibi hissettiriyor".
Bunun, bu sitenin kurucuları farkında mı acaba. bunun bilinciyle mi domine ediyorlar şirketlerini. Eğer gerçekten böyleyse; muhteşem..."
Link: ek$isozluk
28 Kasım 2010 Pazar
Playlist
Şu anda klavyeye ve klavyenin parmaklarımına verdiği tepkiye bakamıyorum, kusura bakmayın.
Alkolun hakim olduğu bir akşamda playlistinde olması gereken şarkılar şu şekilde olmalıdır diye düşünüyorum:
Y.O.K. - Cilekes
Dön Bana - Cem Özkan
Yanıbaşımdan - Duman
Durma - Gripin
Boğaziçi - Kargo
Kurban - Kurban
Üvertür - Mavi Sakal
Iki Yol - Mavi Sakal
Senden Baska - Kirac
Haberin Yok Oluyor - Duman
Deli - Mor ve Otesi
Kopru alti - Duman
Seni Kendime Sakladım - Duman
Kalpsiz - TNK
Benim Hala Umudum Var - Mazhar Alanson
Dans Et - TNK
Balta - Mavi Salak
Afiyet olsun!
27 Kasım 2010 Cumartesi
İşletme 101
İşletmeciler; sözüm size.
Bir bar işletiyorsunuz ve saat 23'den sonra herhangi bir içki alan müşterilerinize mekanınızın özel coinlerinden veriyorsunuz. Bu coinler ile önümüzdeki hafta sadece 22-23 arasında geçerli olmak üzere bedava bir bira alabiliyorsunuz. Bu bir işletme için karlı mı zararlı mı?
Boş Bilgi: Müşterileriniz arasında 3 arkadaş 38 coini bu 1 saatte harcama potansiyeline sahip, bunu da göz önüne alın :)
21 Kasım 2010 Pazar
Android
Google fanları (hani Gmail kullanıp, Google Chrome'dan vazgeçemeyen, Google'ı anasayfası yapmayanları anlayamayan - ki ben de bunlardan biriyim sanırım) için güzel bir haber daha; Android Market 100.000 uygulama sınırını aştı!
Okul'da bir proje için Android'i seçtiğimizde, büyüme potansiyeline hayran kalmıştım. Şöyle ufak bir örnek vereyim (2009 - 2010 arası pazar payları değişimi):
- Symbian (Nokia)
- RIM (Blackberry)
- iOS (iPhone)
- Android
Tabii Apple Store'a yetişmesi için önünde daha uzun bir yol var. Apple Store'un 300.000 cıvarında uygulaması var. Fakat Android'in büyüme oranına bakarak bu günlerin çok uzakta olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Boş Bilgi: Android Market 2008'de kuruldu. Dünyadaki en büyük ikinci Uygulama Marketi. Uygulamaların %57'i ücretsiz. Uygulama geliştiricileri ücretin %70'ini alıyor.
Gerçekten Boş Konular mı Bunlar?
Rakı Sofrası
Özenle hazirlanmış bir rakı sofrasına davet edil, davet edenlerden birisinin o gece yarısı doğum günü olduğunu bilme, öğrendikten sonra salak bi' bahaneyle evden çık (otobüs bileti almam lazım), merkeze kadar koşarak git, açık bir dükkan bulmaya çalış, kapanmak üzere olan bir mağazanın yarı açık kapısının altından eğilerek gir, mağaza çalışanlarına durumu anlatmaya çalış ve aynı zamanda şirin ol, hediye seçmeye çalış, cebinde ne kadar para var kontrol et çünkü yarın memlekete döneceksin ne de olsa, hediyeyi al ve paketlemeleri için tekrar yalvar, eve doğru koş, apartmanın önünde hediyeyi nasıl gizlice içeri sokacağının planını yap, planı uygula, rakı masasını keyfini çıkar, sohbetin dibine vur veee saat 12'de hediyeyi verdikten sonra ev sahibinin yüzündeki mutluluğu gör!
İşte benim mükemmel gecem bu sanırım.
30 Ağustos 2010 Pazartesi
Eindhoven Günlükleri - 2
Okulun ilk günü..
Tam da ilk günü sayılmaz aslında. Bugün okula yaklaşık 40 km uzaklıktaki bir şehirde (Tilburg) okulun açılış şenliği yapılıyor. Bir stadyumda düzenlenecek etkinlikte Hollandalı bir grup sahne alacakmış. İçki yemek falan da var tabi. Gençler eğlenecek kısacası.
Ben gitmedim. Çünkü önce ev işini ayarlamam gerekiyor. Hafta sonu bir hostelde kaldıktan sonra bugün arkadaşımın evine geçtim. Cuma gününe kadar burada kalabileceğim. Bu yüzden bir an önce kendime ev ayarlamak için öğleden sonrasını emlakçıları dolaşarak geçirdim. En iyi ihtimalle ev arama sürecini perşembe tamamlamayı planlıyorum. 350-380 Euro aralığında bir ev bulurum diye umuyorum. Görücez.
Geldiğimden beri ilk kez bizimkilerden mail aldım. "mrb oğlum. nsls.bügün kayıt işi nasıl geçti .nasıl beğendinmi eindhofeni.hepimiz seni öpüyoruz." Kısa ve öz! Canım babam benim :)
Ha bir de bugün ilk kez bisiklet ile Eindhoven'i dolaşma fırsatı buldum. Bisiklet yolları inanılmaz rahat, kendini özel hissediyorsun resmen.
Aslında bu yazıları yazmaya başlarken "ileride birisi için faydalı olur" düşüncesi de kafamın bir yerinde vardı. O yüzden ikinci el bisiklet işinde şimdiden geldiğim noktayı da belirteyim. Burada, Türkiye'deki Sahibinden'e benzer bir site var: Marktplaats. Buradan 50-100 Euro aralığında birçok bisiklet bulabilirsiniz.
Boş Bilgi: En ucuz sıfır bisikletler 200 Euro'dan başlıyor. Kaliteli bir şey isterseniz 1000 Euro'ya kadar çıkıyor.
Eindhoven Günlükleri - 1
1 yıl önce, hayatımını bu yönde ilerleyeceğini hayal bile edemezdim..
Türkiye'de, sıradan bir üniversitenin sıradan bir bölümünden mezun olduktan sonra, askere gitmeden önce "şu iş hayatına atılalım bakalım" dedikten tam 2,5 yıl sonra Hollanda'da yeni bir maceraya atılıyorum.
Bu kararı almamda en yakın arkadaşlarımın yurt dışına gitmelerinin payı yatsınamaz. Türkiye'yi ziyaret ettiklerinde anlattıkları hikayelerden çok, mezun olduklarında daha yaşanır bir hayata sahip olacaklarını düşündükçe onlar adına hem seviniyor hem de biraz kıskandığımı hissediyordum. Çünkü ben, bir süre iş tecrübesi edindikten sonra askere gidecek ve sıradan bir işe girip, sabah-akşam rutinimi tamamlayacaktım. En büyük sosyal aktivitem taksime çıkmak veya beşiktaş'ta arkadaşlarımla rakı içmek olacaktı ki son yıllarda artık bunlardan da keyif almamaya başlamıştım.
Çok uğraştım. Gerçekten de burada olmak için son 3 ayı çok yoğun olmak üzere, 5 ayımı bu işin gerçekleşmesi için çabaladım. Her sabah uyanıp "acaba bugün üniversite'den cevap var mı?" sorusuyla uyanmak acıların en büyüğüydü. Ama sonunda buradayım işte..
20 Aralık 2009 Pazar
Gitmek istemek 2
There is a winner in every place
There is a heart that's beating in every page
The beginning of it starts at the end
When it's time to walk away and start over again.
Bütün gece boyunca dinlediğim adamdan sadece ufak bir dörtlük...
Bazen çekip gitmek gerekir, arkanda herşeyi bırakmak zorunda olmadan gitmekten bahsediyorum, acısız olandan. Belkide sadece kendine bir şeyler kanıtlamak için. Aslında çok da zor değildir, sadece istemek ve gözünü açacak bir hızlandırıcıya ihtiyacın vardır. Benim hızlandırıcım o kadar basit ve komikti ki...
Boş Not: Tom Waits-Walk Away
There is a heart that's beating in every page
The beginning of it starts at the end
When it's time to walk away and start over again.
Bütün gece boyunca dinlediğim adamdan sadece ufak bir dörtlük...
Bazen çekip gitmek gerekir, arkanda herşeyi bırakmak zorunda olmadan gitmekten bahsediyorum, acısız olandan. Belkide sadece kendine bir şeyler kanıtlamak için. Aslında çok da zor değildir, sadece istemek ve gözünü açacak bir hızlandırıcıya ihtiyacın vardır. Benim hızlandırıcım o kadar basit ve komikti ki...
Boş Not: Tom Waits-Walk Away
14 Aralık 2009 Pazartesi
Lebowskiyi Sevmek!..
Oldukça uzun bir süredir blogta yazmıyorum, biraz biriktirmek, biraz başka şeylere vakit ayırmak yüzünden diye düşünüyorum. Sanırım artık zamanım geldi tekrardan yazmak ve paylaşmak için. Üç aydır kendime başka bir ülkede, başka bir hayat kurma çabası içindeyim ve oldukça ilginç izlenimler tecrübeler yaşıyorum. Çok kolay değil ama bir şeyler başarmanın ve hayallerin bana verdiği güçle devam ediyorum işte, sonuna kadar da devam edeceğim. Zaten buraya gelmeden önce de kolay olmayacağını farkındaydım. Öyle ilginç paradokslar yaşıyorum ki...
Yurtdışında doğmam, "avrupalı" olduğumu düşünmem, Türkiye'ye ilk geldiğimde ve devamında yaşadıklarım zaman zaman nerelisin sen sorusunu sorduruyor bana. Türkiyedeyken "avrupalı" ama İsveçteyken de biraz Anadolu'lu hissetmem de bundan olsa gerek. İlk defa bu kadar çok kültürlü bir ortamda yaşıyorum. Buna biraz da uluslararası bir bölümde okumamın da etkisi var ama, İsveç zaten çok uluslu bir ülke haline gelmiş bile. Mülteci-yabancı politikaları yüzünden hem İsveçliler hem de yabancılar hallerinden memnun aslında, bir nevi mutual bir ilişki var diye biliriz. Neyse alan memnun veren de memnumsa sölenecek bi' şey yok.
Şimdilik kısa bir giriş yaptım diyelim ama burdaki tecrübelerimi, bana garip gelen ya da hoşuma giden şeyleri elimden geldiğince paylaşmaya çalışacağım. Bu blogu biraz eski haline getirmenin vakti geldi diye düşünüyorum. Boşadamla neden blogta bir süredir aktif değiliz diye zaman zaman konuşuyorduk ama, bunun bir nedeni de yok sanırım. Biraz da birbirimizi tetikliyoruz diye düşünüyorum, olay sen yaz benden gerisi zaten gelir şeklinde. Son olarak yazdığım yazılara, mp3 çalarımda dinlediğim son zamanlarda dikkatimi çekmiş ya da (ben biraz da retro bir adamımdır) dinlemekten hoşlandığım şarkılar şeklinde yazı sonlarına eklemeler yapmayı düşünüyorum. Bu yazımda sadece isimler olarak göreceksiniz ama; bundan sonraki yazılarda dinlemenizi sağlayacak playerlar koymayı düşünüyorum. Kim bilir belki sadece müzik ile sınırlı kalmaz film de yapabiliriz.
Boş Adam'a not: Blogun yeni görüntüsüne (gerçi çok da yeni sayılmaz ama) hiç ısınamadım sanırım, senin bu konudaki zevkine güvendiğimi bilirsin. Yok eğer sana bırakıyorum dersen, haberim olsun bi' şiler düşüneyim:)...
Not: Başlığın yazıyla hiç bir alakası yok ama, Lebowski'yi seviyoruz. Fuck it Dude, let's go bowling.
MP3 çalar:
Mick Jagger-Old Habbşts Die Hard
Radiohead-My Iron Lung
Sonic Youth-Superstar
Parov Stelar-Dark Jazz
Tom Waits-You Can Never Hold Back Spring
Tamamen shuffle ile listeye gelen şarkılar...
Yurtdışında doğmam, "avrupalı" olduğumu düşünmem, Türkiye'ye ilk geldiğimde ve devamında yaşadıklarım zaman zaman nerelisin sen sorusunu sorduruyor bana. Türkiyedeyken "avrupalı" ama İsveçteyken de biraz Anadolu'lu hissetmem de bundan olsa gerek. İlk defa bu kadar çok kültürlü bir ortamda yaşıyorum. Buna biraz da uluslararası bir bölümde okumamın da etkisi var ama, İsveç zaten çok uluslu bir ülke haline gelmiş bile. Mülteci-yabancı politikaları yüzünden hem İsveçliler hem de yabancılar hallerinden memnun aslında, bir nevi mutual bir ilişki var diye biliriz. Neyse alan memnun veren de memnumsa sölenecek bi' şey yok.
Şimdilik kısa bir giriş yaptım diyelim ama burdaki tecrübelerimi, bana garip gelen ya da hoşuma giden şeyleri elimden geldiğince paylaşmaya çalışacağım. Bu blogu biraz eski haline getirmenin vakti geldi diye düşünüyorum. Boşadamla neden blogta bir süredir aktif değiliz diye zaman zaman konuşuyorduk ama, bunun bir nedeni de yok sanırım. Biraz da birbirimizi tetikliyoruz diye düşünüyorum, olay sen yaz benden gerisi zaten gelir şeklinde. Son olarak yazdığım yazılara, mp3 çalarımda dinlediğim son zamanlarda dikkatimi çekmiş ya da (ben biraz da retro bir adamımdır) dinlemekten hoşlandığım şarkılar şeklinde yazı sonlarına eklemeler yapmayı düşünüyorum. Bu yazımda sadece isimler olarak göreceksiniz ama; bundan sonraki yazılarda dinlemenizi sağlayacak playerlar koymayı düşünüyorum. Kim bilir belki sadece müzik ile sınırlı kalmaz film de yapabiliriz.
Boş Adam'a not: Blogun yeni görüntüsüne (gerçi çok da yeni sayılmaz ama) hiç ısınamadım sanırım, senin bu konudaki zevkine güvendiğimi bilirsin. Yok eğer sana bırakıyorum dersen, haberim olsun bi' şiler düşüneyim:)...
Not: Başlığın yazıyla hiç bir alakası yok ama, Lebowski'yi seviyoruz. Fuck it Dude, let's go bowling.
MP3 çalar:
Mick Jagger-Old Habbşts Die Hard
Radiohead-My Iron Lung
Sonic Youth-Superstar
Parov Stelar-Dark Jazz
Tom Waits-You Can Never Hold Back Spring
Tamamen shuffle ile listeye gelen şarkılar...
21 Kasım 2009 Cumartesi
Home Sweet Home
"You know that point in your life when you realize the house you grew up in isn't really your home anymore. All of a sudden, even though you have some place where you put your shit... That idea of home is gone. It's like you feel homesick for a place that doesn't even exist. You won't ever have that feeling again until you create a new idea of home for yourself."
10 Temmuz 2009 Cuma
Çeşme
Çeşme sahilde Çapa diye bir mekan var. Havadar, fiyatlar da gayet uygun. Canınız sıkılırsa, hemen önünüzde tezgahı olan dondurmacı Muharrem Usta'nın şaklabanlıklarını izleyebilir veya yan cafedeki ablanın Serdar Ortaç'tan Sıla'ya geniş repertuarıyla vakit geçirebilirsiniz. Hele bi' de 15-16 yaşındaki ergenler rakı içmiyorlar mı...
Çeşme'yı sırf, ellisine merdiven dayamış fakat beyaz askılı body giymekten kendini alamayan neşeli ablaların varlığı yüzünden bile sevebilirim.
Sahilde sabah 10:30'da hareket edip akşam 17:30'da dönen tekne turlarına katılabilirsiniz. Öğle yemeği dahil turlar 25 TL civarında. Uğradıkları yerler arasında sadece Eşek Adası'nı hatırlıyorum :)
Eğer benim gibi Backwoods tutkunuysanız gidecebileceğiniz tek yer dalyan tarafındaki çarşı girişinin oradaki gazete büfesi. Gerçi Backwoods sorduğunuzda, cezalardan olsa gerek, abi sizi önce uzun uzun süzüyor ama olsun.
Çeşme Sheraton varya aslında Çeşme'de değil ha. Ilıca diye, Çeşme'nin yaklaşık 15 km uzağındaki bir kasabasında yer alıyor. Hemen "bana ne aq" deme, bana ilginç gelmişti mesela.
Çeşme'de 2M Migros, Midi Tansaş ve ufak bir de DiaSa var o kadar. "Bakkal Forever" mantığı burada hakim.
Göz alabildiğince Kumrucu... Çılgın + Ayran favorim.
Gece hayatı... Ya aracınız olacak, ki dönüşte çevirme olmuyor, bu güzel ya da taksiye talim. Çünkü gece kulüpleri şehir dışında. Şimdilik arkadaşın tavsiyesiyle sadece Paparazzi'ye gittim. Mekan konusunda ilk bilmeniz gereken şey: Otopark 20 papel. O yüzden aracınızı mekanın 200-300 m gerisinde bi' yere park edin. Paparazzi'nin ortamı güzel, hemen sahil kenarında yer alıyor. Karışık diyebileceğim bir playlisti var. Bira (30 cl şişe Efes. Utanarak, ilk defa gördüğümü söylemeliyim.) 10 TL, Votka Redbull 20 TL. 20 TL harcadığınız zaman, bu adamda potansiyel var diye düşündüklerinden midir bilmem, hemen ikram meyve tabağı ve çerezi dayıyorlar.
4 Haziran 2009 Perşembe
8. gün
18 Şubat 2009 Çarşamba
Invaders Must Die
Music For The Jigled Generation(1994) albümüyle, nasıl yani; sonra daha geç farkedilmiş Experience(1992) albümüyle, hadi canım; arkasından The Fat of The Land(1998) albümüyle, yok artık dedirtmiş elektronik müzik dehaları Invaders Must Die(2009) ile geri döndü. Albümde ilk dikkatimi çeken 8 bittlik sesler ve eskiye göre daha yumuşak vokaller. Bu tür albümler dinledikçe anlatır kendini, buna rağmen 2-3 kez dinlemek anlattı çok şeyi. Efsane geri dönmüş.
Boş Görüş:Always Outnumbered, Never Outgunned(2004) arada neden çıkarıldığını anlamadığım gereksiz albümleridir.
15 Şubat 2009 Pazar
14 Şubat 2009 Cumartesi
29 Ocak 2009 Perşembe
28 Ocak 2009 Çarşamba
Funk Night
Önümüzdeki ay tekrardan düzenlenecek ve her seferinde sadece funk party olarak adlandırılmaktan bıkılmış funk organizasyonuna kendimce isimler ürettim. Takip eden, etmeyen, fikir vermek isteyen, sadece bi' post olarak okuyan, neyse?
Funk You, Funk Yourself, Good Bad and The Funky, Funk The Planet ne bilim bi' şeyler, ya da Funk All That Bullshit ya...
Ceza-Efkar perdesi
Eğer kafaya takarsan yavaşlatır...
Yıllar önce allahın cezası diye gereksiz bulduğum zamanlara şaşırarak bakarken, kendinden daha iyi şairlere saygı duymaya başlamanın hafifliği, yargılamayın, sedece dinleyin...
Yıllar önce allahın cezası diye gereksiz bulduğum zamanlara şaşırarak bakarken, kendinden daha iyi şairlere saygı duymaya başlamanın hafifliği, yargılamayın, sedece dinleyin...
27 Ocak 2009 Salı
ek$isozluk # 1
27 Aralık 2008 Cumartesi
Yılın Sonu
Hayat ne kadar ilginç lan, vapurlar falan?
Aristrokat desem? 12 yıllık Chivas desem bi' şey ifade eder mi sana?
Ya da koyver gitsin mi demek lazım?
Yazmak lazım, ihtiyaç...
Aşık oldum, ya da... Yok lan bildiğin aşık oldum, "ya da" sı yok bu işin. Ama sonuç dersen orada sıçarız hacı. Hacı lafı da Tevfik'ten bana yadigar, neyse.
Güçlü oldum sonra, bildiğin Amerikan filmlerindeki gibi, "be strong" hesabı. Saçma lan. Çok saçma.
Dream about me şarkısına taktim bi' süre, ama uzun süre.
Kedileri sevdiğimdendir belki, bilemedim.
Yılın sonu dedik ya, "ya" sı da yok aslında, sonu işte lan, bildiğin son.
Nedir yani? Acıdı geçti, iz bıraktı ama geçti işte...
Aristrokat desem? 12 yıllık Chivas desem bi' şey ifade eder mi sana?
Ya da koyver gitsin mi demek lazım?
Yazmak lazım, ihtiyaç...
Aşık oldum, ya da... Yok lan bildiğin aşık oldum, "ya da" sı yok bu işin. Ama sonuç dersen orada sıçarız hacı. Hacı lafı da Tevfik'ten bana yadigar, neyse.
Güçlü oldum sonra, bildiğin Amerikan filmlerindeki gibi, "be strong" hesabı. Saçma lan. Çok saçma.
Dream about me şarkısına taktim bi' süre, ama uzun süre.
Kedileri sevdiğimdendir belki, bilemedim.
Yılın sonu dedik ya, "ya" sı da yok aslında, sonu işte lan, bildiğin son.
Nedir yani? Acıdı geçti, iz bıraktı ama geçti işte...
27 Kasım 2008 Perşembe
23 Kasım 2008 Pazar
İsyan Etmenin Faydası Yok
O gece oturup düşündüm, "oğlum Bekir" dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli. Eğ başını, usul usul yürü şimdi. O gün bugün usul usul yürüyorum işte.
Masumiyet (1997)
Masumiyet (1997)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)